İtalyan edebiyatını göz bebeği Italo Calvino, 1923 yılında doğar ve ölümüne değin (1985) üretken bir hayat sürer. Calvino’nun hayatına şöyle bir baktığımızda, onun yazar kimliği kadar, politik kimliğinin de öne çıktığını görürüz. Ondaki bu bilincin yeşermesini sağlayan şey ise şüphesiz ki İtalyan İç Savaşı’dır.
Hem Calvino’nun sürecini hem de yazımıza konu olan ‘Örümceklerin Yuvalandığı Patika’ adlı romanı daha iyi anlamak için yaşanan olaylara hızlıca bir bakalım:
İtalya, II. Dünya Savaşı’nda faşist bloku oluşturan Mihver Devletleri’nden biridir. O yıllarda Mussolini liderliğinde bulunan İtalya, Müttefik Devletler’in baskısıyla zayıflayınca, Kral III. Vittorio Emanuele, Mussolini’yi görevinden alır ve tutuklatır. Onun yerine başka birini atar. Ancak İtalya çok geçmeden yenilgiyi kabul eder ve Müttefik Devletler’le 1943’te bir ateşkes anlaşması imzalar.
Nazi Almanyası bu haber üzerine İtalya’nın kuzeyini işgal eder ve Mussolini’yi hapisten kaçırır. Ardından, adına İtalyan Sosyal Cumhuriyeti (1943-1945) denen kukla bir devlet kurar.
Müttefik Devletler, Nazilere karşı savaşa girince, zaten örgütlü bir güç halinde hazır bulunan komünist partizanlar hızla dağlara çıkarlar ve Nazilerle savaşmaya başlarlar. Partizanların bu tutumu çok önemlidir. Zira onlar İtalya’nın kurtuluşunun Müttefik Devletler tarafından değil, bizzat İtalyanlar tarafından sağlanması gerektiğini düşünürler. Yani bağımsızlıklarını kimseye borçlu olmak istemezler.
İşte o dağlardaki partizanlardan biri de Calvino’dur. Calvino, kardeşi Floriano ile birlikte 1944’te partizanlara katılır ve direnişin sonuna dek savaşır.
İç savaş boyunca binlerce İtalyan partizanlara destek verir. Buna karşın, kitapta “Kara Tugay” diye geçen, yaygın ismiyle “Kara Gömlekliler” diye bilinen Mussolini yanlısı yarı askeri, faşist birlik de pek çok İtalyan tarafından desteklenir. 26 Nisan 1945’te yaklaşık 16 bin partizan Cenova’yı ele geçirip 6 bin Alman askerini esir alır. Hemen sonra Milano da kurtarılınca Almanlar hızla geri çekilmeye başlarlar. Mussolini ise kaçarken partizanlarca yakalanır ve öldürülür. Böylece İtalya, İtalyanlarca kurtarılır.
HER ŞEY BİR SİLAHIN ÇALINIŞIYLA BAŞLAR
Partizanların zaferi, ülkedeki pek çok şey gibi edebiyatı da değiştirir. Özellikle sinema ve edebiyatta “yeni gerçekçilik” şeklinde adlandırılan ve doğallığı öne çıkaran bir akım doğar. İtalyan İç Savaşı ve partizanların mücadelesi edebiyatta daha ilk yıllardan itibaren kendisine çokça yer bulur. İşte bu eserlerden biri de ‘Örümceklerin Yuvalandığı Patika’dır.
‘Örümceklerin Yuvalandığı Patika’, öksüz bir çocuk olan Pin’in başkarakter olduğu kısa bir romandır. Hazırcevap, alaycı, yaramaz bir çocuktur Pin. Bedenini satan ablasıyla birlikte yaşamaktadır, buna rağmen ablasının işini anlayacak olgunlukta değildir. Mahalledeki büyükler olur olmaz sebeplerle konuyu ablasına getirirler, Pin de, ablası önemli biri olduğu için kendisinin de önemli biri olduğunu düşünür.
Bir akşam meyhanede Pin yine herkesi alaya alırken bir tuhaflık olduğunu sezer. “Komite” diye adlandırdığı, partizanların liderlerinden olan tuhaf bir adam vardır içeride. O adamdan sonra herkes düşünceli bir hal alır. Bir şeyler yapmak gerek diye düşünürler. Bu esnada içlerinden biri Pin’e bir görev verir. Ablanın daimi müşterilerinden biri olan Alman subayın silahını çal, bize getir, der.
Pin o silahı bir şekilde çalar ve ondan sonra hayatı geri dönülemeyecek ölçüde değişir…
İÇ SAVAŞ SONRASINDA İTALYAN EDEBİYATI
Direniş kazandıktan sonra Calvino da diğer partizanlarla birlikte şehre iner. Kurtuluştan yaklaşık iki ay sonra, Vittorini ‘İnsanlar ve İnsan Olmayanlar’ adlı direnişi anlatan bir roman yayınlar. Onun ardından birkaç kitap daha çıkar.
Calvino da, kendisi gibi dağlarda savaşan partizanları anlatan bir öykü yazmaya çalışır ama yazdıklarını hiç mi hiç beğenmez. Daha sonra bunun kendisinden, yani kendisinden yola çıkarak düşünmesinden kaynaklandığını fark eder. Bu şekilde yaptığında ister istemez pek çok şeyden taviz verdiğini, ketumlaştığını, hatta işin içine komplekslerinin girdiğini hisseder, bunlar da öykünün ruhunu zedeler.
O yıllarda kendisini en çok etkileyen yazarlardan biri Hemingway’dir. Onun savaşla kurduğu ilişki Calvino’yu yazdığı şeyler hakkında düşünmeye iter. Calvino, Hemingway’in haricinde İzak Babel’in ‘Kızıl Süvari’sinden, Aleksandr Fadeyev’in ‘Partizanlar’ından da çok etkilenir.
Bunun üzerine içinde kendisinin bulunmadığı öyküler üzerine düşünmeye başlar ve bütün direnişi bir çocuğun üzerinden anlatmaya karar verir. Yazdığı karakterler ve mekânlar anonimleştikçe kalemi rahatlar ve hızla akmaya başlar. Pin karakteri de işte böyle ortaya çıkar.
Ne var ki yazarken şöyle bir şeyi de keşfeder: Calvino, görece varlıklı bir aileye mensup olarak büyür. Kendisinin politikleşip partizanlara katılma süreciyle, Pin’in partizanlara ve dolayısıyla iç savaşa olan yabancılığı arasında bir bağ kurar. Diğer bir deyişle; öykü anonimleştikçe rahatlar ve yine anonimleştikçe Calvino’yu da içine alır; ne de olsa Calvino da dağlardaki partizanlardan herhangi biridir.
Evet, Calvino bu kitabı aslında bir öykü olarak yazmaya karar verir ama Pin buna engel olur. Calvino da onu takip etmeye başlar. Belli bir olay örgüsü kurmadan yazar. Bize kasabayı ve kasabadakileri anlatır. Çalınan silah meselesine girene kadar bocalar ve sonra kitap esas çatışmasına kavuşur.
‘ZATEN KAHRAMAN OLAN KİŞİDEN, ZATEN SINIF BİLİNCİ OLAN KİŞİDEN BİZE NE!’
Calvino, nasıl yazacağını ve karakterlerini nasıl bozuk bir İtalyancayla konuşturacağı bulmuştur bulmasına ama iş bununla kalmaz. İç savaştan sonra burjuvalarla anarşist ve komünistlerin çatışmaları sürer. Bu çatışmanın edebiyatta da bir yansıması olur elbet.
Burjuvalar, partizanlardan ve onların “direniş destanları”ndan açık şekilde rahatsızlık duyarlar çünkü komünizmin kendilerini tehdit ettiğini bilirler. Partizanlar da buna büyük kahramanlık hikayeleri yazarak, komünizm propagandası yaparak karşılık verirler.
Calvino geriye çekilip baktığında keskin iki uca ayrılmış bir anlayış görür ve iki cephede birden savaşmaya karar verir: Hem burjuvalara hem de partizanlara çatar. Esas devrimci edebiyatın bu şekilde yapılacağını söyler.
Nasıl mı?
Burjuvazi, partizanları iç savaştan sonra sosyal problemler çıkardıkları, düzene uymadıkları, yasaları çiğnedikleri gibi gerekçelerle eleştirir. Yani partizanların kahraman değil, serseri olduklarını söyler. Calvino da buna karşılık, romanında en kötü partizanlardan oluşan bir birliği anlatır ve şöyle der:
“Tamam, siz haklıymışsınız gibi yapacağım, en iyi partizanları değil, olabildiğince kötülerini canlandıracağım, romanımın merkezine tamamı az çok çarpık tiplerden oluşmuş bir birlik koyacağım. Peki, değişen ne? Partizan mücadelesine açık bir neden olmaksızın atılanlarda bile, insanın kurtuluşuna ilişkin temel bir itki etkili olmuştu: Onları sizden yüz bin kez daha iyi kılan, onları etkin tarihsel güçler haline getiren -sizin asla, rüyanızda bile olamayacağınız bir şey- bir itki!”
Beri yandan, devrimci romantizmi savunanları da eleştirir. Edebiyatın bir şeyi yüceltmek, onun propagandasını yapmak maksadıyla yola çıkmasını sakıncalı bulur. Bu mantığın, var olan problemlerin üstünü örten, plastik bir masal yaratacağını savunur. Romanındaki “işe yaramaz” partizanlardan oluşan birliği onların da gözüne sokar. Sizlere “sosyalist kahramanlar” vermeyeceğim der. Bunu da şu şekilde açıklar:
“Ve bu, bütün yapıtların en olumlusu, en devrimcisi olacak! Zaten kahraman olan kişiden, zaten sınıf bilinci olan kişiden bize ne! Anlatılması gereken, oraya varış sürecidir! Bilincin berisinde tek bir birey kaldığı sürece, bizim görevimiz onunla, yalnızca onunla ilgilenmek olacaktır!”
Peki kimdir bu “işe yaramazlar”? Sivil hayatında garsonluk yapan ve psikolojik problemler yaşayan takım komutanı Dritto, eşi tarafından ihbar edilip aldatıldığı için dünyadaki bütün savaşların kadınlardan kaynaklandığı düşünen Kuzen, kimsenin ciddiye almadığı halde sürekli Bolşeviklik propagandası yapan aşçı Mancino ve diğerleri…
Calvino, işte bu “işe yaramazlar” ve çocuklar üzerinden anlatır bize iç savaşın dehşetini. Orada erkenden büyümek zorunda kalan çocuklar, sıkıştığında saf değiştirmekten çekinmeyen köylüler, ölümü çoktan kabullenmiş partizanlar ve bütün bunların gölgesinde yaşamak zorunda kalan yoksullar var. Zaten ‘Örümceklerin Yuvalandığı Patika’yı bir erginleşme romanı yapan şey, sadece Pin’in bir çocuk olması değildir. ‘Örümceklerin Yuvalandığı Patika’, bir halkın değişim ve dönüşümünü anlatır ve bunu en zayıf halkalar üzerinden yapar.